Acıların Kadını (5.Bölüm)

BERGEN BIÇAKLANIYOR!


“Kuşlar gibi özgür hayat doluydum
Yanan bir alevdim söndürdün beni
Kusurum yalnızca seni sevmekti
Bir kaş çatışınla öldürdün beni
Dünyaya sığmazdım neşem bitmezdi
Aşkın hücresine kitledin beni
Ararım şimdi ben geçen günleri
Yedin tüm ömrümü bitirdin beni”
“Bitirdin Beni”
Söz: Faysal Çiftçi
Müzik: Selami Şahin
(“İstemiyorum” albümünden)
16 Ocak 1987 gecesi Bergen hayatında ilk ve son kez televizyona çıkıyor. Üstelik de o yıllarda arabesk müziğe asla geçit vermeyen TRT televizyonunda (zaten henüz Türkiye’de özel televizyon kanalı yok.) O günlerde İstanbul Taksim’de, Lutesse Gece Kulübünde sahneye çıkıyor Bergen. Çekimler de orada yapılıyor.

Fotoğraf Garip Özdel arşivindendir.
Gazeteci ve yazar Ergun Balcı’nın sunduğu Musiki Maceramız adlı program Türk müziğinin gelişimini anlatan bir belgesel. Yani bir eğlence programı değil. Bundandır ki Bergen’in ekranda görünmesine ve hatta o meşhur şarkısını söylemesine izin veriyor TRT yönetimi. Tabii bir belgesel kurgusu yapıldığı için sahnede “Acıların Kadını” şarkısının sadece bir kısmını söylerken görebiliyoruz Bergen’i. Canlı söylüyor. Albümdekinden çok daha fazla gırtlak nağmesi yaparak, tam anlamıyla sahne ağzıyla söylüyor. Zamanın modası geniş vatkalı, parlak pullarla süslü beyaz elbisesi, tek gözünü kapatan kabarık saçları ve alnındaki kezzap yanığı izlerini saklayan bantla onu ekranda ilk kez izleyen milyonların karşısına çıkıyor.
Gece kulübünün kulisinde Bergen’le kısacık bir röportaj yapıyor Ergun Balcı. Bergen ürkek, tedirgin, mahçup… Belli ki çok heyecanlı. Kelimeleri toparlamakta, cümle kurmakta zorlanıyor. Arabesk müziğin niye bu kadar sevildiğini anlatmaya çalışırken dinleyen insanların acılarından, problemlerinden dem vuruyor. Ergun Balcı, o günlerin TRT’sinde dışlanan, kapı dışarı edilen, “Yoz müzik” olarak adlandırılan arabesk müziği anlama ve sterilize edilmiş (ya da edildiği sanılmış) TRT izleyicilerine anlatma derdinde. “Nedir arabesk müzik?” diye soruyor Bergen’e. “Benim duyarak, severek okuduğum bir müzik türü,” diyor Bergen. En yalın, en gerçek anlamı bu çünkü onun için. Söylediği şarkıları yaşayan, yaşadıklarını şarkılarla anlatan bir kadının tanımlarla, sıfatlarla, yakıştırmalarla işi yok. Nitekim peşi sıra gelen “Arabeski niçin seviyorsunuz?” sorusuna vereceği cevap da bunu anlatıyor: “Yaşadığım acılar, kişisel problemlerim sebep herhalde, tahminim…”


Ne diyebilir ki başka? Uzaktan bildiği, kendinden görmediği, burun kıvırdığı bir dünyanın, o dünyanın insanlarının neden öyle yaşadıklarını sorgulamaya, anlamaya çalışırken de karşısındakine başka sınıfa, klana, dünyaya ait olduğu hissettiren bu sorular karşısında başka ne denilebilir ki?.. Utana sıkıla cevaplar veriyor Bergen. Şarkı söylerken sahneye sığmayan genç kadın, kuliste kamera karşısında adeta arabesk söylediği için özür dileyecek hale geliyor/getiriliyor.

Ocak ayı içerisinde Yaşar Plak, içinde 10 şarkıcıdan toplam 13 şarkının yer aldığı toplama bir albüm yayımlıyor. Sadece kaset formatında piyasaya sürülen “Süper Karışık” adlı bu albümde Bergen’in albümlerine konulmamış iki şarkıya yer veriliyor. “Mecburum” ve “Böyle Kadere (Darılmaz mıyım?)” adlı bu şarkılar kasetin bir ve üçüncü sıralara konuluyor. (Bu şarkılar muhtemelen “Acıların Kadını” albümü için kaydedilmiş olsa gerek. Zira aynı adlı filmde bu şarkıların sözsüz altyapılarının bazı sahnelerde fon müziği olarak kullanıldığını duymak mümkün.)  


Gazete ilanlarında da Bergen ve “Mecburum” şarkısı öne çıkarılıyor. Yani Yaşar Plak kasetin pazarlaması için o günlerde esmekte olan Bergen rüzgârını arkasına alıyor. (Bu iki şarkı, daha sonra yeniden yayımlanan Bergen albümlerinde de yer almadı. Kaset ise Yaşar Plak tarafından tekrar piyasaya sürülmediği için piyasada bulunmuyor.) 

1987 yılının Mart ayında Bergen bir konser için memleketi Mersin’e gidiyor. Biletlerin günler öncesinden satıldığı ve izdihamın yaşlandığı konserde hemşerilerinin yoğun ilgisiyle karşılaşan Bergen, fırsattan istifade ailesiyle de görüşüyor ve hatta Müzik Magazin dergisine ailesiyle birlikte poz veriyor ve bu fotoğraf Bergen’in ailesi ile birlikte çektirdiği, basına yansıyan tek fotoğraf olarak tarihe geçiyor.


‘80’li yıllarda Türkiye’de hemen her ailenin albümüne bir benzeri girmiş, tipik bir aile fotoğrafı bu. Koltuk, arkadaki perdeler, bakır saksıdaki çiçek, aile fertlerinin objektife ürkek ve mütebessim bakışı… Fotoğrafın her ayrıntısı mazbut bir hayatın, ortalama bir yaşantının izlerini taşıyor. Bir tek farkla… Bergen ailenin yaramaz kızı; ele avuca sığmaz, söz dinlemez, haylaz çocuğu… Belki biraz da kızıyorlar ona bu yüzden. Ama yine de sevmekten vazgeçemiyorlar. Canlarından bir parça çünkü o. Şüphesiz Bergen de bunu çok iyi biliyor. Bu mutlu karenin bir kez daha fotoğraflanamayacağını ise henüz hiçbiri bilmiyor.   

Fotoğraf Yaşar Plak arşivindendir.
Konserden sonra İstanbul’a döndüğünde bir sürprizle karşılaşıyor Bergen. “Acıların Kadını” albümünün kazandığı yüksek satış başarısı nedeniyle bağlı bulunduğu plak şirketinin sahibi Yaşar Kekeva tarafından hem altın plak, hem de altın kasetle ödüllendirildiğini öğreniyor. Hilton Oteli’nde yapılan şaşaalı bir törenle alıyor ödüllerini.

Fotoğraf Yaşar Plak arşivindendir.
Bütün müzik ve magazin basının katıldığı törende aynı plak firmasının sanatçıları olan Adnan Şenses, Bedia Akartürk ve Ferdi Özbeğen de hazır bulunuyorlar. Önce kasette şarkıları olan besteci ve söz yazarlarına ve kapak fotoğraflarını çeken Erol Atar’a özel ödüller veriliyor. Sonrasındaysa Bergen’e altın plak ödülünü kezzap olayından sonra onu tekrar sahnelere döndüren Cengiz Özşeker, altın kaset ödülünü ise Ferdi Özbeğen veriyor. 

(Aşağıdaki video, o gün ödül töreninde çekilen görüntülerden oluşmaktadır ve bugüne kadar hiç yayınlanmamıştır. Video, 30 yıl boyunca kapsamlı bir Bergen arşivi oluşturan Garip Özdel tarafından bu yazı dizisi için hazırlandı.)


Ödülleriyle gülümseyerek poz veriyor objektiflere. Böylesi iki ödülün birden şimdiye dek kimseye verilmemiş olması değil asıl mutluluk sebebi. Acılarla dolu hayat hikâyesinin ona başarı olarak geri dönmesindeki, yaşadığı mutsuzlukların talihini tersine çevirmesindeki ilahi adalete (kim bilir belki de haksızlığa) gülümsüyor. Kimsenin hikâyesinin kimseye benzemediğini, herkesin kendine yazılan tek bir hayatı yaşadığını nicedir biliyor. O hayatın ne kadarını kendi elleriyle yazdığını/yazacağını ise hiç bilmiyor, belki de bilmek istemiyor.

Fotoğraf Yaşar Plak arşivindendir.
Bergen o gün törende gazetecilere, kocasının cezaevinden çıkışıyla birlikte sahneyi bırakacağını ve sadece plak çalışmaları yapacağını açıklıyor: “Artık yoruldum, gece hayatı insanı çok yıpratıyor. Beni sevenlerime belki zaman zaman konserler verebilirim ama sahneyi kesin olarak bırakacağım,” diyor. 

Fotoğraf Yaşar Plak arşivindendir.
Ne ki bu sözler orada söylendiğiyle kalıyor. Nitekim 15 Mayıs’ta Lutesse Gece kulübünde Meral Sima ve Atilla Arcan’ın alt kadroda olduğu yeni programına başlıyor.


29 Mayıs’tan itibaren ise Lunapark Gazinosunda da çalışmaya başlıyor. Lunapark İstanbul’daki büyük gazinolardan biri ve Bergen İstanbul’a geldiğinden beri ilk kez bir büyük gazinoda sahneye çıkmaya başlıyor. Gönül Yazar’ın assolist olduğu programda Küçük Emrah, Faruk Tınaz, Mustafa Topaloğlu, Serpil Çakmaklı, Semiha Yankı, Mehmet Ali Erbil, Çiğdem Tunç, Neşe Aksoy, Çeçilya ve Ateşböceği Ercan’dan oluşan kalabalık bir kadro var.  


Gazino programlarında çok sayıda şarkıcı ardı ardına sahneye çıktığı için, assolist ve solist altı hariç, her birine verilen süre yirmi dakikayı geçmiyor. Bu kadar kısa bir süre ne Bergen’e, ne de gazinoya onu dinlemeye gelenlere yetiyor.

Yaşar Plak’ta 1980 yılından bu yana çalışmakta olan Ahmet İskenderoğlu’nun anlattıklarından: “Onu programlarının çoğuna ben götürdüm. Genellikle şehir dışındaki konserlere birlikte giderdik. Dinleyicilerle iç içe olmayı severdi. Ne çok teklifler geldi büyük gazinolardan ama çoğunu reddetti. Gece kulübünde, geç vakitte sahneye çıkmayı daha çok seviyordu. Herkesin eğlencesini bitirip çorba içmeye gittiği saatlerde sahneye çıkıyor, saatlerce söylüyordu. Ne kadar ısrar ettiysek de bundan vazgeçiremedik.”  


Bir süre hem gazino hem gece kulübünü birlikte yürütüyor Bergen. Vatan Caddesindeki gazino programı bittikten sonra annesiyle beraber Taksim’de, Lutesse Gece Kulübünde alıyor soluğu. Orada sabaha karşı sahneye çıkıyor. Böylesini daha çok seviyor. Gazinoların dakikalarla sınırlı programlarında olmaktansa, gece kulüplerinde özgürce, saatlerce şarkı söylemeyi tercih ediyor.


Bir hayranının anlattıklarından: “1987 yılında Çamlıca’da izlemiştim. Şu an yerinde park olan İzmir Gazinosu vardı. (Kadroda) Emrah da vardı. Sahneye bir kız çocuğu elinde çiçekle çıktı, Bergen’e verdi ve “Çok güzelsiniz,” dedi. Rahmetli de “Bozdular o güzelliği,” diye sitem etmişti. Programının sonunda darbukacı darbukayı Bergen’in ayaklarının önüne getirdi. Rahmetli de ayakkabısının topuğuyla darbukada bir delik açtı. Herhalde öyle bir adet vardı.” (Ben araştırmalarım sırasında Bergen’in Kısıklı’da şimdilerde park olan Çamlıca Gazinosunda çalıştığına dair bir bilgiye rastlamadım. Kadroda Emrah da olduğuna göre bahsedilen yer Lunapark Gazinosu da olabilir.)
Ödül töreninin üzerinden henüz bir ay geçmemişken Bergen’in yeni albümü “Onu da Yak Tanrım”ın ilanları veriliyor gazetelere. Ve albüm Haziran ayında hem kaset, hem de 33’lük plak formatında piyasaya sürülüyor. 


Yaşar Plak albümün çıkışını bu defa tam sayfa gazete ilanlarıyla duyuruyor. İlanda o güne dek basında Bergen hakkında çıkmış haberler de kullanılıyor. Müzik piyasasında herkes ikinci bir “Acıların Kadını” başarısı bekliyor bu albümden. En çok da yapımcı Yaşar Plak. Bu nedenle ince eleyip sık dokuyor Yaşar Kekeva. Sonuçtan da memnun kalıyor olsa gerek ki, “Bir milyonluk satış bekliyoruz,” diyerek iddiasını ortaya koyuyor.


Yaşar Kekeva’nın oğlu Kemal Kekeva’nın anlattıklarından: “Ben daha küçük bir çocuktum. Babam stüdyoda yapılan kayıtları akşam eve getirir, ağabeyimle bana dinletirdi. Bütün şarkıları dinler, beğendiklerimize göre sıralama yapardık. Babam albümdeki sıralamada bizim bu listemizi de dikkate alırdı. Çevresinde kim var kim yok, herkese yapardı aynı şeyi. Bergen’in şarkılarını da uzun uzun dinlediğimizi hâlâ hatırlıyorum.”


Temmuz ayında Bursa’da bir gazinoda İbrahim Tatlıses ve Müjde Ar’lı bir kadroda çalışmaya başlıyor Bergen. O günlerde Müzik Magazin dergisi epeyce kışkırtıcı bir haber yayımlayarak Bergen’i adeta hedef gösteriyor.

“Ateşle Oynuyor” başlığıyla yayımlanan haberde Bergen’in Bursa’ya Avusturalyalı organizatör sevgilisi John Pale ile geldiğinden bahsediliyor: “Bir süredir Bursa’da sahneye çıkan sanatçı, şu sıralar ‘sabık’ eşini unutmuş gibi. ‘İthal malı’ organizatör sevgilisi John Pale ile gününü gün eden Bergen, bu ilişkinin ne denli tehlikeli olduğunu da göz ardı ediyor. Bergen cezaevindeki eşi ile Avusturalyalı sevgilisi arasında bir türlü seçim yapamadığını belirterek “Duygularım değişiyor. Cezaevindeki eşime bazen acıyor ve onu istiyorum. Bazen de ondan nefret ediyorum. Yıllarımı bana acı içinde geçirten biriyle birlikte yaşayabilir miyim bilemiyorum. Henüz hiçbir karar vermedim,” diyen Bergen, bir aşk çıkmazının içinde olduğunu belirtiyor.”

Onu tanıyanlardan böyle bir beraberliğin doğruluğunu teyit etmiş olsam da, Bergen haberde bahsi  geçen cümleleri gerçekten sarf etti mi, yoksa bu cümleler ağzından çıkanların mealen (magazin sosu katılarak) habere dökülmüş hali mi bunu öğrenmek bugün ne yazık ki mümkün değil. Ama görünen bir gerçek var… Bergen artık ülke çapında şöhret kazanmış bir arabesk yıldızı. Sevdiği işi yapıyor, iyi para kazanıyor, bundan bir on yıl önce hayal bile edemeyeceği bir hayat yaşıyor ve hayranları tarafından çok seviliyor. Üstüne üstlük bir de yeni ilişki yaşıyor. Buna karşın hayatındaki en önemli şey hâlâ hapisteki kocası… Bir gün özleyip, ertesi gün nefret ettiği, rüyalarında kâh sıkı sıkı sarılıp, kâh yüzüne tükürdüğü adam. Onunla alacak verecek hesabını kesemiyor bir türlü. Ne yapsa kesemiyor. 


…Ve Ağustos’un ilk haftası Bergen bir kez daha, bu kez bir yaralama olayıyla manşetlere çıkıyor. Adana’da program yapmak için gittiği Lunapark Gazinosunda sahneye çıkarken, seyircilerin gözü önünde gazinonun fotoğrafçısı tarafından bıçaklanıyor.


Bacağından altı bıçak darbesi alıyor Bergen. Sadece üçü vücuduna isabet ediyor. Saldırganı oracıkta yakalayıp durdurmasalar yedinci (ve gazetelerin yazdığına göre öldürücü) darbeyi de vuracak. Neyse ki saldırıyı hafif yaralı olarak atlatıyor ve ayakta tedavi olduktan kısa süre sonra iyileşiyor.


Bıçaklama olayının sebebi bir süre tartışılsa da sonra nedense olay gündemden düşüyor ve asıl sebep hiçbir zaman ortaya çıkmıyor. Avusturalyalı sevgili haberleriyle çileden çıkan cezaevindeki kocanın saldırganı azmettirdiği düşüncesi geliyor herkesin aklına öncelikle. Nitekim Müzik Magazin dergisi bu fırsatı kaçırmıyor ve olaydan sonra “biz demiştik,” içeriğinde bir haber yayımlıyor: “Ateşle oynuyor diye başlık atmıştık daha geçtiğimiz hafta Bergen’in fazlaca özgür davranışları için. Gerçekten de dediklerimiz harfi harfine çıktı… Evet, önce kezzapla tanıştı ünlü sanatçı. Sonra da bıçak yaralarıyla… Bundan sonra dileriz “Acıların Kadını” böylesi saldırılara boy hedefi olup hayranlarını üzmez. Tabii her adımını dikkatli atması ve özellikle geçen hafta belirttiğimiz gibi ateşle oynamaması koşuluyla…”


Derginin önce hedef gösterip, sonra da bıçaklanmayı haklı gösterir bir yazı yayımlamasını o günlerin gazetecilik ahlakı içerisinde bile açıklayabilmek zor. Ancak Bergen’in annesi, aynı derginin bir hafta sonraki sayısında yayımlanan açıklamasında olayın bambaşka bir gerekçesi olduğunu ortaya sürüyor: “Ben bu işi Gaziantep’teki geceye gitmemesine bağlıyorum. Her ne kadar emin olmasam bile… Bergen sahneye çıkmadan önce içki içer. Cengiz Özşeker, Bergen’e Gaziantep’te bir gece programa çıkması için söz almış. İçkili insanla iş konuşulur mu hiç? Tabii Bergen de kabul etmiş. Hâlbuki o akşam İskenderun’da festival vardı. Ertesi gün ben olayı duyana kadar iş bitmiş. Kaparo olarak 900 bin lira alınmış. Biz bu işin olamayacağını söyleyerek kaparoyu geri gönderdik, ancak para yerine gitmedi. Duyduğumuz söylentilere göre bu olay yüzünden meydana gelmiş. Kim yaptırsa Allah’ından bulsun!”


O günlerin gece hayatında, gazino dünyasında sıkça rastlanan hesaplaşmalardan biri mi bu da sahiden? Kaçırılan assolistlere, rehin tutulan uvertürlere, sahnede bıçaklanan, tabancayla ayağından vurulan şarkıcılara alışkın, yer altı dünyasının hem işletmecilerin dostu, ahbabı, hatta bazen bizzat kendisi, hem de yağlı müşterisi olduğu bu camiada böyle şeyler sıklıkla oluyor zira. Sebep kimi zaman hesaplaşma, kimi zaman para, kimi zaman sadece bir istek şarkının söylenmemesi, bazen de karşılığı alınamayan bir teklif, geri gönderilen bir çiçek… Sebebini kimse bilmiyor ama sanki Bergen biliyor. Biliyor ve söyleyemiyor: “Hiç kimseye düşman değilim, kimseye yanlış bir hareketim yok. Bilmiyorum ki benimle niye uğraşıyorlar? Yalnız kadına bu kadar yüklenmek erkeklik midir diye soruyorum bu insanlara. Zaten benim hayatım gerçekten acılar içinde geçti, daha ne istiyorlar benden? Bir gün konuşacağım ve o zaman şimdi erkek kesilenler karı bile olamayacaklar.”


Bıçaklama olayının sanığı iki ay tutuklu kaldıktan sonra mahkemeye çıkarılıyor. İfadesinde kendisini kimsenin azmettirmediğini, Bergen’i sadece şöhret olmak için bıçakladığını öne sürüyor ve hâkim tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Bergen ise olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra tekrar sahnelerde boy göstererek adeta herkese yılmadığını, korkmadığını gösteriyor.        


Olayın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Bergen’in Bulvar Gazetesi muhabiri Barbaros Yüksel’le yaptığı röportajda anlattıklarından: “Bu olay bana kasıtlı yapılmış bir şey değil. Bunu her zaman söyledim, yine söylüyorum. Gazino sahibi ile başkalarının arasında olan konu. Benim talihsizliğim o an sahnede olmam. Herkes kocamın yaptığını sandı. Ben bunlara inanmıyorum. Tabii gene yıkıldım. Diyorum ya, hayatım roman gibi. Ama ağlatan bir roman ve bu romanda bir sayfa daha açılmıştı. Ama azmim ve çabalarım ile kendimi topladım.”


DEVAM EDECEK (Yazının devamını aşağıdaki linki tıklayarak okuyabilirsiniz.)

10 thoughts on “Acıların Kadını (5.Bölüm)

  1. Enteresan olan şudur ki bir sürü altın plak sahibi gazinoların peşinden koştuğu bir sanatçı neden,niçin kendine bir koruma tahsis etmez sonuçta arkasında menajer plak şirketi ve nüfuslu bir kalabalık var.bergen i bir kültürün temsilcisi olarak ayrı bir yerde görürüm fakat oğlunun şu sözlerinide hatırlatmak isterim.annem spekilasyonların kurbanı oldu hatta gözü kör bile değildi sadece plakları daha çok satsın diye yapılan bir promosyon çalışmasıydı demektedir işte gerçek soru şu tüm bunlar promosyon muydu sonuç olarak birileri bu başarı üzerinden daha çok kar sağlamak için tüm bu olayları kurgulamışmıydı.nihayetinde ACILARIN KADINI adlı bir albüme sahip bir sanatçı için bunları düşünmek gerkiyor.saygılar

    Like

  2. Bu blok yazısı tamamıyla okunsa Bergenin çocuğu olmadığı anlaşılabilir…Kadının üzerinden hala prim yapılmaya çalışılıyor o onur sitesi saçmalığıyla.Bergen için hep üzülmüşümdür.talihsizliği anlatılabilir gibi değil.Ancak şu bi gerçek Bergenin Ölümünden bu güne en iyi araştırma yazısı bu oldu.Kimsenin yapamadığını yapmışsınız.Bir arkadaşım Bergenin hayatını dizi senaryosu haline getirecekti ama malum şahıs izin vermemiş başroldede beren saat diyordu onun tavsiyesi üzerine okudum ve anladımki bu hikaye yıllar sonrada olsa tutar.ama galiba en iyisi Bergenin rahat bırakmak.ama bir çok gerçeği aydınlattığınız için teşekkür ederim.Rüya tuna

    Like

  3. Arkadaşlar siz bakmayın Bergenin çok seviyorum, aşığım dediğine.
    Halis Serbest yani onu öldüren kişi ailesini öldürmekle tehdit ettiğini için söylenmiş yalan cümlelerdir onlar. Korkusundan Bulvar gazetesi muhabirine öyle söylemiştir. Halis Serbest denen şerefsiz Bergenin hayatını karartıp öldürmüştür.

    Like

Leave a comment